Paco de Lucia

Fazla vaktimiz yok isterseniz kadim dostunuz Camaron de la İsla ile başlayalım söyleşimize.

İnsanın bu kadar yakın bir dostu ve arkadaşının arkasından konuşması kolay değil, ne diyebilirim ki? Camaron bir dahiydi, maalesef çok genç yaşta öldü, ama flamenco aleminde silinmez bir iz bıraktı. Camaron’un flamenco şarkıcılığı kendisinden sonra gelen bütün flamencocuları istisnasız etkilemiştir. Bana gelince hem çok yakın bir dostumu kaybetmiş oldum, hem de ilham kaynaklarımdan birini. Gençken yoğun geçen turnelerden bunaldığımda, Camaron’u kolundan tutup stüdyoya sokardım. Bazan aylarca kapanıp şarkılar yaptığımız olurdu. Özel günlerdi onlar, ama şimdi kalan sağlarla idare etmek zorundayım (gülüyor).

Elimizde 1965 tarihli bir plak var, kariyerinizin başlarında Federico Garcia Lorca’nın 12 flamenco şarkısını yorumladığınız bir kayıt. İspanya’nın ve tabii Endülüs’ün bu unutulmaz ismi için hakkında neler düşünüyorsunuz ?

Lorca herkesin bildiği eşsiz özelliklerinin yanısıra flamenco için de çok önemli işler yapmış bir kişilik. Manuel de Falla ile birlikte tarihin ilk Flamenco yarışmalarını düzenlemiş bir isim. Lorca’nın bir aydın ve sanatçı olarak önemi döneminin entellektüelleri arasında o zamanlar pek de revaçta olamayan Flamenco’nun tanınmasını ve hakettiği ilgiyi görmesini sağlamış. Sırf bu yönüyle Lorca biz Flamenco müzisyenleri için ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bunların dışında Lorca tabi ki büyük bir insan ve dahi bir sanatçıdır.

Flamenco’ya hizmeti geçen bir başka sanatçı da ünlü yönetmen Carlos Saura, iki yıl kadar önce yaptığımız bir söyleşide beraber çalıştığınız Carmen filminde aslında pek de başarılı bir oyunculuk sergilemediğinizi ama işinizi çok ciddiye aldığınız için size bir şey söylemeye cesaret edemediğini söylemişti?

(gülüyor) Gerçekten böyle mi söyledi ? Doğrusunu söylemek gerekirse kendimi hiçbir zaman oyuncu olarak görmedim. İnsanın haddini bilmesi lazım. Ama zaten o filmde de kendimi oynuyordum. Rolüm tabi ki senarist tarafından kaleme alındı ama, laflar hep benim laflarımdı. Onca yıldan sonra oyunculuğa soyunup cümle aleme rezil olmanın manası yok, ama anlaşılan Saura’dan geçer not alamamışız (gülüyor) !

Saura’nın seksenlerin başında yaptığı bir dizi flamenco filmi dünyanın farklı ülkelerinde olumlu tepkiler aldı siz bu filmleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Saura’nın o dönem yaptığı Kanlı Düğün, Carmen ve Büyülü Aşk üçlemesi, daha sonra Sevillanas ile Flamenco filmleri bence çok güzel filmler. Flamenco cephesinden bakarsak, bu fimlerin Flamenco’nun daha geniş kitlelerce tanınmasına, anlaşılmasına ve takdir edilmesine hizmettiğini söyleyebiliriz. Sonuçta Flamenco sanatın hemen hemen bütün alanlarında olduğu gibi kendi içinde bir dünya, insan bu dünyanın kapısını nereden aralayacağını bilemeyebiliyor. Saura’nın filmleri Flamenco’ya yabancı insanlara bahsettiğim kapıyı çok güzel bir biçimde aralayan filmler. Bu filmler sayesinde dünyanın birçok farklı yerinde flamenco tutkunları oluştu.

Bahsettiğimiz filmlerde sizin yanısıra Antonio Gades, Cristina Hoyos gibi başka ustalar da yer aldı. Bu sanatçıların Flamenco alemindeki yeri nedir sizce.

Özellikle Antonio Gades Flamenco dansının büyük ustalarındandır. Hem klasik Flamenco danslarına hakimiyetiyle hem de Flamenco dansına getirdiği yeniliklerle önemli bir yere sahiptir. Yakın dostum maalesef bugünlerde ölümcül bir kanserle boğuşuyor.

Gades’in Flamenco dansına getirdiği yeniliklerden bahsettiniz. Siz de flamenco müziğine yeni açılımlar getiren bir usta olarak biliniyorsunuz. Gelenekle yenilik arasında nasıl bir denge oyunu var sizce?

İşte işin en zor yanı bu (gülüyor). Yani öyle besteler yapacaksınız ki hem yeni olacaklar hem de sanki eskiden yapılmış gibi bir aşinalık hissi uyandıracaklar. Yaratıcılığınızı olabildiğince özgür bırakıp yepyeni bir müzik yapabilirsiniz, ama ne yaparsanız yapın ortaya çıkan işin bir özü, ruhu olmak zorunda, tabii sıkı bir iş yapmak istiyorsanız. İşte bu noktada da işin içine gelenek giriyor, çünkü aradığınız ruh orada.

Paco de Lucia müziğine baktığımızda Flamenco’nun geleneksel formlarıyla cazın ara nağmelerinin şaşırtıcı bir tazelikle birleştiğini görüyoruz, bu kolay kolay altından kalkılabilecek bir karışım olmasa gerek ?

Eeee, bu işler kolay değil evlat. Bütün o kayıtların arkasında geceli gündüzlü durmaksızın çalışılmış yıllar var. Stüdyoya kapanıp saatlerce süren arayışlar, bıkıp usanmadan yapılan tekrarlar (gülüyor).

Bir röportajınızda yıllardır köpekler gibi çalışıyorum diyorsunuz, hala aynı yoğunlukta turnelere çıkıyor musunuz ?

Evet evet öyle bir şeyler gevelediğimi hatırlıyorum. Ama aslına bakarsan köpeklerin durumu daha iyi, hiç olmazsa onlar geceleri uyuyorlar (gülüyor). Şaka bir yana yıllar geçtikçe turnelerin temposunu da düşürme şansım oldu doğrusu. Artık eskisi gibi üç ay, altı ay süren turnelere çıkmıyorum. Daha çok iki üç konserlik başı sonu belli yolculuklar yapıyorum. Bu saatten sonra hoşuma giden mekanlarda, istediğim paraya çalıp, sonrada toparlanıp eve kapağı atma özgürlüğüm var.

En çok konser vermeyi sevdiğiniz yerler neresi?

Benim için İspanya’nın özel bir önemi var tahmin edebileceğiniz gibi. Ne de olsa kendi çöplüğümüz. Uzun zamandır İspanya’da çalmıyordum. İstanbul’un da bir parçasını oluşturduğu bu turne aslında küçük çapta bir İspanya turnesinin ayağı. Onun dışında Almanya, Fransa, İtalya sık sık gidip çaldığım ülkeler. Haa bi de tabi Japonya .

Söyleşi: Alişan ÇAPAN

1 Comment

Leave a Reply